
Türk Milleti ile bağını koparan İP her fırsatta Türk Milleti’ni aldatma ve sahte milliyetçilik lakırdılarıyla varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Her söyleminde “millet”, “vatan”, “ülke”, “demokrasi”, “özgürlük” gibi temel vurguları metnine yerleştiren dahası Türk Milliyetçiliğinin münevver isimlerine sürekli atıflar yapan ve o nadide isimleri de kullanmaya kalkan ancak daha kuruluş aşamasında okyanus ötesinden beslenen bu gafil yapının Türk Milleti ile olan alakası esasen sadece metinden öteye gitmemekte ve fiiliyatta kuruluşundan itibaren hizmet ettiği kutba mesaj göndermek suretiyle selam gönderdiği görülmektedir. Aslında bu durum sadece İP için değil belki de altılı ganyanı oluşturan bütün üyeler için geçerlidir. Örneğin bütün mesajlarında Türk Milleti vurgusu yapan bu hanımefendinin ülkenin herhangi bir meselesine karşı çözüm önerisini gördük mü? Bir mesele ile ilgili projesini gördük mü? Veyahut sorun olarak dile getirdikleri konuları milli hassasiyetler nazarında ele aldıklarına şahit olduk mu? Yoksa bütün bu meseleler ve konular bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’ni Batı’ya şikâyet etmek olarak mı değerlendirilmelidir?
Her konuşmasında ısrarla üzerinde duruğu güçlendirilmiş parlamenter sistem safsatasında bile daha başlangıcında Türk Milleti’ne yalan söyleyen ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi ve vatandaşın tercihini yok sayan ve yaklaşık %52’lik evet oyunu azımsayıp küçümseyen bu anlayışın yine her konuşmasında “demokrasi”den dem vurup demokrasinin ve sistemin temelini oluşturan meşruiyeti hiçe sayan bir bakış açısına şahit olunmaktadır. Ancak bu hanımefendi yine her konuşmasında temsilcisi olduğu sürekli olarak siyaset yapmak için gezindiği pek çok siyasi partinin kurucu genel başkanlarının siyasi yasaklarının kalktığı 1987 referandumunda %50,16 oyla kalktığını bilmeyecek kadar da cahil ve milli irade hazımsızıdır. Dolayısıyla bir yandan “demokrasi” havarisi kesilip, diğer yandan milletin iradesinin sandıktaki tezahürünü görmezden gelmek büyük bir tezat olsa gerektir. Aslında bu bir tezat olarak da görülmeyebilir, çünkü bunlara göre demokrasi ancak kendi odaklarına hizmet ettiği ölçüde demokratik olarak nitelendirilmektedir.
Daha başka örneklerle açıklayacak olursak başta Y-CHP ve İP olmak üzere bu altılı ganyan yapısının net bir şekilde Türk Milleti için ortaya koydukları bir çözüm önerisi bulmak imkansızdır. Ama bırakınız Türk Milleti’ni düşünmeyi Millete rağmen ve Millet aleyhinde verdikleri vaatler saymakla bitmez. Bunlardan en somutu ise masanın her bir üyesinin ısrarla üstüne durduğu, doğrudan sosyal medya hesaplarından düzenli aralıklarla “KHK’lıları affedeceğiz. Helalleşeceğiz” mesajıdır. Peki kimdir ısrarla affedilmek istenen bu KHK’lılar.
Söz konusu KHK’lılar 15 Temmuz hain darbe girişimini gerçekleştiren Türk Milleti düşmanları değil midir? Şimdi bu darbe girişiminde bulunan bu terör örgütü üyelerini affedip yeniden salıvermeyi hatta kamu çalışanı olanları da görevlerine iade etmeyi vaat etmenin Türk Milleti’ne ne gibi bir faydası olacaktır? Şayet iktidar olmanın yolu onlara göre darbecileri affetmek olacaksa o halde bu durumu da açık bir biçimde Türk milletine açıklayabilmeleri beklenmektedir. Fakat Diyarbakır’da başka, İzmir’de başka, Yozgat’ta başka, İstanbul’da başka cümleleri kuranların yekpare Türk milletine aynı cümleler ile açıklayabilecekleri bir hususun olduğunu düşünmek hakikatler ışığında çok da gerçekçi olmasa gerektir.
Bir diğer KHK’lı grup ise üniversitelerdeki barış akademisyenleri diye kamuoyuna yansıyan daha sorunu isminden ortaya çıkan gruptur. Çünkü “barış” belki günlük dilde faklı olsa da uluslararası hukukta “savaşın” karşısında kullanılan bir terimdir. Savaş ise iki devlet arasında vuku bulan bir durumdur. Peki metinde ne demektedir;
“Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir. Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir. Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.”
Yukarıda metnin sadece giriş kısmı verilmiştir. Yazıdan da anlaşıldığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleni bir şekilde suçlamaktadır, hem de en ağır ithamlarla. Şimdi bu metni imzaladığı için kamudan çıkartılan kişileri affetmenin Türk Milleti’ne ne gibi bir kazanımı vardır veya Türk Milleti için böyle bir şey neden yapılır? Aslında yapılanın Türk Milleti için yapılmadığı aşikardır. O halde burada bir hesap, bir kurgu söz konusudur. Bu kurgunun gerçek yüzü ise er ya da geç açık bir şekilde elbette ortaya çıkacaktır. Bu denli büyük bir hassasiyet eğer millet adına mevcut ise altılı ganyan masasından Diyarbakır anneleri hakkında da gür sesli itirazlarını duymayı bekleriz. Fakat masanın yedinci kanadına bunu anlatmaları güç olacağı için beklentinin sonuçsuz kalması sürpriz değildir.
Son dönemlerde Y-CHP ve İP’in rahatsız oldukları bir diğer konu da internette yayın yapan haber siteleri ve sosyal medya üzerine yapılan yasal düzenlemeler konusundadır. Öncelikle akla gelen ilk soru şudur: Tamamen kontrolsüz olan, gri bir alan haline gelen ve herkes için tehlike arz eden sosyal medya ve internet yayıncılığında yürütülen yasal düzenlemelerden siyasi partiler ve onun temsilcileri neden rahatsız olurlar? Sosyal medya düzenlemesi sadece Türkiye’de mi vardır? Bu sorulara evet demek mümkün değildir.
Çünkü yakın zamanda Fransa, Almanya olmak üzere pek çok ülke benzer yasaları uygulamaya koymuştur. Ayrıca Avrupa Birliği terör içerikli paylaşımların doğrudan kaldırılması yönünde adımlar atmaktadır. Hatta Türkiye’deki düzenlemeler tartışılırken de Batı’nın uyguladığı modeller üzerine istişareler gündeme gelmiştir ve “Alman modeli” olarak da medyada yerini almıştır. Ama ne var ki benzer düzenlemeler Türkiye’de gündeme geldiğinde malum yapı hemen sihirli iki kelime ile arz-ı endam etmektedir: “demokrasi ve özgürlük.” Bu iki kelimenin malum masa tarafından Türk Milleti adına değil, Türkiye aleyhine kullanılıyor olması önem arz etmektedir. Dolayısıyla ortaya şöylesi bir görüntü çıkmaktadır: KHK’lılar affedilecek, terör ya da nefret suçu içerikli paylaşımlar da olsa sosyal medyaya düzenleme getirilmeyecek, masanın yedinci unsuru hiçbir zaman küstürülmeyecek, milletin iradesi görmezden gelinecek, her türlü stratejik hesaba ayak uydurulacak ve nihayetinde Türkiye’ye “demokrasi(!)” getirilecek.
Ancak bu hesap da masanın korku projesi üzerinden yürütülecek. Öyle ya, endişe, korku ve panik yaratacak ve haber yapanların 1-3 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılması gibi bir husus onların anladığı özgürlüğe zarar verecek. Bu durum da altılı ganyan masasını rahatsız edecek. Elbette sadece onları değil. Zira sürekli surette sufle aldıkları okyanus ötesindeki hesaplar da bu gelişmeden rahatsız olacak. Dolayısıyla bir gelişmeye itiraz eden tarafın mensuplarını bir arada düşündüğümüzde aslında gerçeğin ve esas meselenin ne olduğu bir kez daha görülecek.
Bu durumun bir başka boyutu da ABD seçimlerinde net bir şekilde ortaya çıkan sosyal medya şirketleri üzerinden yapılan müdahalelerdir. Bu durum defalarca Türkiye’de özellikle MHP Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’ye de uygulanmaktadır. Bir şirket nereden aldığı bilinmeyen bir talimatla ülkelere sahibi bulunduğu sosyal medya platformu üzerinden müdahale edebilmekte istediği mesajı yönlendirip istemediğini silebilmektedir. Üstelik söz konusu bu olayın seçimlerde gerçekleştiği düşünülecek olursa demokrasiden ve özgürlükten dem vuran bu yapının aslında okyanus ötesindeki şirketlerle aynı merkezden kullanıldığı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla şu ifade belirgin bir biçimde göstermektedir ki: Açıkça sosyal medyanın gri alanının yasal düzenlemelerle berraklaşması, okyanus ötesinden yürütülen müdahalelerin önüne geçilmesi, FETÖ ve diğer terör örgütlerini ve onların güdümündeki siyasi organizasyonları rahatsız ediyor.
Tabi olayı özellikle İP özelinde değerlendirecek olursak, savundukları demokrasi akıllara 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesindeki konuşmalarında ısrarla üstünde durduğu “yurtta sulh cihanda sulh ilkesini yeni baştan rehber edinmek ve 15’inden (Temmuz) sonra işler değişecek” mesajları akıllara gelmektedir. Esasen bu durum, yukarıda da bahsedilen demokrasi ve özgürlük kavramlarını en çok kullanan yapıların neden buna ihtiyaç duydukları net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Sosyal medya kullanımında son dönemde Türkiye’de moda olan sabah eline erkenden mikrofonu alanın yollara döküldüğü adına röportaj denilen esasen siyasi manipülasyondan öte bir kepazelik olmayan gündem yaratmak suretiyle sosyal medyada fazla erişimle elde edilen kazanca yönelik gerçekleşen bir furya var. Temelde bu bir röportaj değildir, gazetecilik ise hiç değildir. Öncelikle teknik olarak gazetecilik mesleğinde bir konu üzerinde birileriyle röportaj yapılacaksa konunun bütün taraflarının görüşü ortaya konulmalıdır. Sadece bir tarafı verip ısrarla onu yayınlamak ise gazetecilik değil manipülatif bir propagandadır. Bu temel ayrım gazeteciliğin pazarlamadan, reklamdan halkla ilişkilerden farkını ortaya koyar. Üstelik yayınlanan sokak röportajı adı altıdaki çekimler bunun en kötü örnekleridir ki burada sözde vatandaş olarak verilenlerin aslında siyasi arenada birer taraf oldukları açıktır. İşte bu bile aslında yasal düzenlemenin neden gerekli olduğunun en basit örneğidir. Ayrıca verilen görüntülerde aleni bir şekilde bilginin doğasının değiştirildiği görünmektedir ki bu da açıkça basın etik ilkesine aykırıdır. Hoş eline mikrofonu alanın çıktığı basın mensubu olmayan, telefoncu, kebapçı, güvenlik görevlisi vs. gibi meslek mensuplarının bir site kurup cep telefonu ve mikrofonla yürüttükleri bir işte basın etiği aramak da imkansızdır.
İP’in ve altılı ganyanın gerek KHK’lılar ve gerekse özellikle sosyal medya düzenlemesi hakkındaki tutumları ve açıklamaları 2023 seçimlerinde hangi demokrasinin onaylanacağı sorusunu beraberinde getirmektedir. Sorunun yanıtı ise artık gayet açıktır: milli demokrasi ve okyanus ötesi demokrasi. Sonuç ise şimdiden bellidir. Aziz Türk Milleti kadim tarihinden bu yana “sipariş” demokrasilere teveccüh göstermediği gibi, yine tavrını belirgin bir biçimde ortaya koyacaktır ve yine kazanan millet, devlet ve milli demokrasi olacaktır.




