
Türkiye, emperyalist güçlerin kurgulamak istediği dünya düzenine hem zihinsel hem de stratejik düzeyde somut siyasi hamlelerle karşı koyan önemli bir mücadele kutbudur. Özellikle son yüzyılda, yok olma noktasına gelen bir milletin Anadolu’da yeniden örgütlenerek verdiği büyük mücadele, Türk devletinin varlığını korumasını ve yeni bir yönetim anlayışıyla güçlenerek mevcudiyetini ilan etmesini sağlamıştır. Türkiye’nin üstlendiği bu tarihi sorumluluk, yalnızca kendi kaderini değil, dünya tarihinin akışını da değiştirmiştir. Emperyalist güçlerin kurduğu düzen sarsılmış, onların boyunduruğu altındaki pek çok ülke de bu sisteme karşı yeni arayışlara yönelmiştir. Bu süreçte Türkiye, emperyalist sistemin dışında kalan geniş kesimlerin de doğal bir hamisi ve ilham kaynağı olmuştur.
Emperyalist anlayışla planlanan, bölünen ve bu süreçte kendi aralarında çıkar çatışmalarına da sahne olan küresel güçler, dünyanın büyük bir bölümünü istedikleri şekilde şekillendirme, kaynaklarını ve pazarlarını paylaşma hedefindedir. Bu düzenin sürdürülebilmesi için Türkiye’nin kontrol altına alınması veya zayıflatılması gerektiği bilinmektedir. Bu nedenle, Türkiye üzerinde her dönemde çeşitli dış müdahaleler gerçekleşmiş ve ülkede kaotik ortamların oluşmasına zemin hazırlanmıştır. Yaşanan her olayın farklı boyutları ve cepheleri bulunmakla birlikte, bazen siyasal manipülasyon amacıyla “dış güçler” söylemi tiye alınsa da bu müdahalelerin varlığı inkâr edilemez bir gerçektir. Asıl mesele, dışarıdaki güçlerin varlığından ziyade, onların içerideki uzantılarıdır. Çünkü bu küresel yapı, yüzyıllardır varlığını sürdürse de içeride kullanılan unsurlar ve yöntemler sürekli değişim göstermektedir.
Bir Siyasi Oblomov Olarak CHP…
Cumhuriyet’in ilanından sonra demokratik sistemin yerleşmesi ve siyasetin çok partili yapıya dönüşmesiyle birlikte, millet iradesinin kendisini yönetecek iktidarı belirleme imkânı doğmuştur. Bu dönüşüm, zaman zaman müdahalelerle kesintiye uğrasa daff Türk siyasi hayatında milletin iradesinin belirleyici olduğu bir yönetim anlayışının yerleşmesini sağlamıştır. Ancak bu durum, Türkiye üzerindeki kontrolü bırakmak istemeyen uluslararası emperyal çevrelerin ve onlardan güç alan askeri ve bürokratik yapıların farklı yöntemlere başvurmasına da zemin hazırlamıştır. Siyasi faaliyetler sonucu kazandıkları seçimlerle merkezi yönetimde iktidara gelen veya yerel yönetimlerde belediyeleri yöneten bazı kesimler, milletin beklentilerini karşılayamadıklarında, demokratik yollarla varlıklarını sürdürmek yerine farklı yöntemlere başvurmayı tercih etmişlerdir. Yıllar boyunca, halkın desteğini kaybeden unsurlar, siyasette alternatif yollarla güçlerini koruma çabası içinde olmuştur. İşte, bir asrı aşkın kurumsal geçmişe sahip olan CHP’nin mevcut durumu da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Elbette, Türk siyasi tarihinde yaşanan her olay detaylı biçimde ele alınabilir. Ancak bu yazıda, mevcut yapının temel zihniyetinin kökenlerini anlamak adına genel bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır.
Son seçimlere bakıldığında, CHP’nin 2023 ve 2018 seçimlerinde, geçmişteki kritik dönemlerde de görüldüğü gibi, siyaset pratiğini kazanmak uğruna her yolu mübah gören bir anlayışa indirgediği görülmektedir. Bu süreçte, parti kuruluş felsefesi ve ilkeleri dahi göz ardı edilmiş, siyaset yalnızca matematiksel hesaplara dayalı bir stratejiye dönüştürülmüştür. “Otuz oradan, on buradan, şunların üçü, buradan da beş derken elli beşi bulduk, kazandık, geliyoruz” mantığıyla hareket eden CHP, vatandaşın taleplerini anlamak yerine, siyaseti kapalı kapılar ardında, sıcak koltuklardan kalkmadan yönlendirmeye çalışan jakoben bir tutum sergilemiştir. Oysa siyaset, aksiyon ve sahada gözlem gerektiren bir süreçtir. Ancak CHP, bu gerekliliği göz ardı ederek, siyasi söylemini yalan, retorik, iftira ve dedikodu ekseninde şekillendirmiştir. Bu anlayış, partiye gerçek sorunlar karşısında çözüm üretmek yerine, tepki vermeyi ve gürültü çıkarmayı “cumhuriyeti savunmak” adı altında yücelten yüzeysel bir politika anlayışı kazandırmıştır. Bu yaklaşımın temel dayanağı ise mevcut iktidara karşıtlık üzerine kuruludur. Nitekim, hem 2018 hem de 2023 seçimlerinde alınan sonuçlar, özellikle CHP tabanı başta olmak üzere muhalefet cephesindeki içler acısı durumu gözler önüne sermiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi öncesindeki seçimlerde de görülen başarısızlık, esasen vatandaşın merkezde olmadığı, temelsiz ve etkisiz bir siyaset anlayışının doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Vesayet Zebanileri: TÜSİAD, Anayasa Mahkemesi ve Fondaş Medya
Peki, tüm bu başarısızlıklara rağmen varlığını koruyan bu yapının dayandığı temel, millet iradesinin yansıması olan seçim sonuçları değilse nedir? İşte burada, mücadele edilmesi oldukça zor olan kökleşmiş askeri ve sivil bürokratik vesayet devreye girmektedir. CHP ve onun temsil ettiği zihniyet, tarih boyunca zorlu süreçlerde önünü açan ve kendisini ayakta tutan bu vesayet unsurlarına dayanmıştır. Bugün, TÜSİAD gibi yapıların siyasi bir taraf olarak kamuoyunu meşgul etmesi, bu durumun somut bir örneğidir. Sadece bununla sınırlı kalmayıp, aldığı tartışmalı kararlar ve bunları açıklama zamanlamasıyla siyasette belirleyici bir aktör gibi hareket eden Anayasa Mahkemesi de bu vesayet sisteminin en dikkat çeken unsurlarından biridir. Millet iradesini esas alarak iktidar olabilecek bir siyaset üretmekten uzak kalan CHP zihniyeti, varlığını büyük ölçüde bu ve benzeri yapılara borçludur.
Bu konuyu daha derinlemesine ele aldığımızda, CHP’nin millet merkezli siyaset üretememesi nedeniyle içinde bulunduğu kısır döngü ile emperyal güçlerin Türkiye üzerindeki hâkimiyet arzusu karşılaştırıldığında, yaşanan gelişimlerin bir siyaset mühendisliği ürünü olduğu açıkça görülmektedir. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin öncülüğünde kurulan Cumhur İttifakı ve sonrasında millet iradesiyle kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye’nin hem bölgesel hem de iç siyasi meselelerde Ankara merkezli çözümler üretmesini sağlamıştır. Bu durum, küresel güçleri rahatsız etmiş ve onların müdahale alanlarını daraltmıştır. Bu çerçevede, CHP ve onun siyasi cephesi, kendilerine sunulan alanlarda hareket etmekten öteye geçememekte, hatta zaman zaman cüretkâr tavırlar sergilemektedir. Bunun en somut örneklerinden biri, son dönemde TÜSİAD’ın siyasete yönelik çıkışlarıdır. Geçmişten bugüne, TÜSİAD’ın siyaset mühendisliği yapmaya yönelik girişimleri incelendiğinde, bu çıkışların CHP ve onun temsil ettiği zihniyete alan açma çabalarının bir parçası olduğu açıkça görülmektedir.
Tüm bu anlatılanların yanı sıra, CHP’nin vazgeçemediği askeri vesayet odaklarının yürüttüğü faaliyetleri de ayrıca ele almak gerekmektedir. Son dönemde yaşanan Kara Harp Okulu mezuniyet törenindeki yemin krizi, bu durumun en güncel örneklerinden biridir. Dahası, bu krizin hemen ardından TÜSİAD’ın, konu ile doğrudan bir ilgisi olmamasına rağmen meseleye müdahil olması ve yaşananları manipüle ederek kamuoyuna sunması, oldukça dikkat çekici bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Son olarak, fonlanan basın yayın kuruluşları ve mensuplarının da küresel emperyal güçlerin belirlediği siyaset mühendisliği çalışmalarında CHP ve yapısına sonsuz destekle var oldukları söylenilmelidir. Bu güruh her dönemde mevcudiyetlerini korur ve sözde “özgür basın/gazetecilik” kisvesi altında fonlandıkları merkezlerin siyasi çıkarları doğrultusunda manipülasyon yaparlar. Bu fonlanmanın hem yurtdışından hem de CHP’li belediyelerden olduğu görülmektedir. Son dönemde iletişim teknolojilerinin de gelişmesiyle bu yapı operasyonel bir güce de ulaşmıştır. Özellikle her fırsatta toplumsal hareketlilik oluşturma, vatandaşı hukuki zeminin dışında sokak hareketlerine teşvik etme suretiyle toplumsal kaos yaratma çabası sürekli başvurdukları bir yoldur. Gezi Parkı eylemleri en önemli örnekleri olarak değerlendirilebilir.
CHP’li Belediyeler: Cüsseli, Havalı ama Perperişan
Yerel yönetimler, CHP zihniyetinin nasıl bir anlayışa sahip olduğunu gözler önüne seren en önemli alanlardan biridir. Son yıllarda sıkça tartışılan CHP ve belediyeleri, aslında geçmişin bir tezahürü olarak da değerlendirilebilir. Örneğin, 1989 yerel seçimlerinde birinci parti olarak çıkan ve başta büyükşehirler olmak üzere birçok il ve ilçe belediyesini kazanan SHP, 1994 seçimlerinde büyük bir hezimet yaşamıştır. Üstelik bu kayıp, yalnızca CHP’nin yeniden kurulup seçimlere girmesiyle açıklanamayacak kadar büyük bir çöküştür. 1994 seçimleri, halkın bu yönetim anlayışından hızla uzaklaştığı, belediyelerde yaşanan yolsuzlukların gün yüzüne çıktığı ve halk nezdinde CHP zihniyetinin güven kaybına uğradığı bir dönemi temsil etmektedir. Öyle ki televizyon kanalları, belediye yönetimlerinin değişeceği güne dair sayaçlar koyarak adeta geri sayım başlatmıştır. Dönemin CHP/SHP belediyeleri, rüşvet skandalları, çöp dağları ve susuzluk krizleriyle hatırlanmakta; bu olumsuzluklar, yönetim anlayışlarındaki başarısızlığın en belirgin göstergeleri olarak hafızalara kazınmaktadır.
Dünün kısa bir özetini yaptıktan sonra, bugünün CHP zihniyetinin yerel yönetim anlayışını değerlendirmek çok daha kolay hale gelmektedir. Büyükşehir ya da il belediyesi fark etmeksizin, CHP’li hiçbir belediye başkanı hizmet odaklı projelerle gündeme gelmemektedir. Buna karşın, her gün yeni bir sorun ve kaos yaşanmakta, Türkiye adeta CHP’nin 90’lı yıllardaki yönetim anlayışına geri götürülmektedir. Dahası, bu yönetim zaafları artık insan hayatını doğrudan tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Bolu’da yaşanan yangın felaketi, bu durumun en çarpıcı örneklerinden biridir. Herkesin karşılaşabileceği acı bir olay meydana gelmiş, ancak ilgili belediye başkanı, sık sık alakasız konularla gündeme gelmesine rağmen, kendi sorumluluk alanındaki hayati bir görevi yerine getirmemiştir. Üstelik büyük bir yüzsüzlükle bu durumu başka kurumlara mal etmeye çalışmıştır. Oysa her şey bir yana, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, yangınlara karşı organize edilen temel yapı itfaiyedir ve bu yapı doğrudan yerel yönetimlere bağlıdır. İnsanların haberi alır almaz Ankara’dan hareket ederek olay yerine ulaşabildiği bir durumda, itfaiyenin yaklaşık bir buçuk saat boyunca bölgeye ulaşamaması kimin sorumluluğudur?
Bu ve benzeri pek çok durum, CHP tarafından yönetilen belediyelerde yaşanmakta; ancak bir felakete yol açtığında geniş çapta fark edilmektedir. Aksi takdirde, malum belediye başkanının İngiliz büyükelçiyle yemek yediği sırada İstanbul’da vatandaşların kar felaketiyle mücadele etmesi ya da Ankara’da karla kaplı sokaklarda halkın yaşadığı çilenin, böylesi bir felaketten farkı yalnızca can kaybının yaşanıp yaşanmamasıdır. Bu tür yönetim zaafları, ancak büyük krizler ortaya çıktığında gündeme gelmekte ve halkın mağduriyeti daha belirgin hale gelmektedir.
Neredeyse her gelişmeyi bir kaosa dönüştüren CHP zihniyeti, son dönemde bu eğilimini daha da artırmıştır. Kongre süreçlerinden cumhurbaşkanlığı adaylık sürecine, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının diplomasından diğer tartışmalı vakalara kadar, ardı arkası kesilmeyen krizlerle ülke gündeminde kendine adeta kalıcı bir yer edinmiştir. Üstelik bu krizlerin büyük bir kısmı, parti içindeki çekişmelerle daha da derinleşmektedir. Böylesine karmaşık ve istikrarsız bir yapının ülke yönetimine talip olması ise belki de CHP vakasının en trajikomik yanıdır. Bu derece iç çatışmalara, yönetim zaaflarına ve kriz üretme eğilimine sahip bir partinin, Türkiye gibi stratejik açıdan önemli bir ülkeyi yönetmeye talip olması, yalnızca siyasi bir ironi değil, aynı zamanda patolojik bir durum olarak da değerlendirilebilir.
Velhasıl kelâm…
Türkiye’de siyaset mühendisliği yoluyla yeniden hâkimiyet kurmaya çalışan küresel güçler ve onların yerel taşeronları olan CHP ve diğer vesayet odakları açısından, Suriye’deki yeni gelişmeler, Kudüs ve Filistin meselesi ile Ukrayna-Rusya Savaşı gibi bölgesel ve küresel krizler, Türkiye’nin gücünü ve etkisini kırmanın artık mümkün olmadığını gösteren önemli göstergelerdir. Bunun yanı sıra, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde olduğu gibi inisiyatif alarak başlattığı “Terörsüz Türkiye” hamlesi, hem bölgesel hem de küresel ölçekte Türkiye’nin gelecekteki konumunu belirleyecek kritik bir adımdır. Bu süreç, Devlet Bahçeli’nin yıllar önce ortaya koyduğu “2023 Lider Ülke Türkiye” vizyonunun en önemli dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilebilir. Muhalefetin bu hamleye yönelik tutumu da, söz konusu yapının yapısal sorunlarını gözler önüne sermektedir. Şimdiye kadar neredeyse her seçimde ve siyasi oluşumda terörle doğrudan ya da dolaylı bağlantıları olan odaklarla pazarlık yapmaktan çekinmeyen CHP ve ittifak ortaklarının, konu terörün tamamen ortadan kaldırılması olduğunda tutum değiştirdiği açıkça görülmektedir. Bu durum, muhalefetin siyasi yaklaşımındaki çelişkileri ve temel yapısal sorunları bir kez daha ortaya koymaktadır.
CHP ve onunla hareket eden çevrelerin, her konuda sergilediği tutarsızlık ve millet odaklı siyaset üretmek yerine küresel güçlerin argümanları üzerinden varlıklarını sürdürme çabası, Türkiye’de uzun yıllardır bilinen bir gerçektir. Bu durumun temel sebebi, kendi belirledikleri ve ürettikleri bağımsız bir siyaset anlayışına sahip olmak yerine, dış güçlerin politikalarına taşeronluk yapmalarıdır. Bu nedenle asıl mesele, küresel emperyal güçlerin ana hedeflerini doğru analiz etmek, bir sonraki hamlelerini öngörmek ve buna göre ülke siyasetini yönlendirmektir. Böylece Türkiye, uluslararası arenada bir güç merkezi haline gelme hedefine ulaşacaktır. Ancak bu süreçte en kritik nokta, Türkiye’nin attığı adımların küresel güçler tarafından engellenmesine fırsat vermeden yoluna devam edebilmesidir. Böyle bir strateji ancak, tüm siyasi hırsları bir kenara bırakıp “önce Türkiye” diyebilen bir siyasi çizgi ile mümkün olabilir. Dolayısıyla, bu ana hedef doğrultusunda hareket eden siyasi yapıların gücü, doğrudan Türkiye’nin gücüyle doğru orantılıdır.
İşte tam da bu noktada, MHP ve Lider Devlet Bahçeli, Türkiye için büyük bir değer ve vazgeçilmez bir siyasi aktör konumundadır. Lider Devlet Bahçeli’nin duruşu ve onun çizgisindeki MHP’nin varlığı, Türk siyasetinde köklü bir mirası temsil etmekte; bu büyük siyasi alanın içindeki en sağlam yapı, adeta bir Orhun Yazıtı gibi abidevi bir eser olarak varlığını sürdürmektedir. Üstte mavi gök çökmedikçe, altta da yağız yer delinmedikçe Milliyetçi Hareket kutlu fikriyatının ışığında Türkiye’nin ve Türk dünyasının umudu olmaya devam edecektir.






