Edit Template

31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri ve Beka Meselesi Üzerine Bir İnceleme

Seçmenlerin seçimleri nasıl değerlendirecekleri, seçimlere nasıl ve hangi açıdan bakacakları ve ne yönde değerlendirip oy verecekleri başta siyasi partiler olmak üzere bütün ülke siyasetini doğrudan etkileyen en önemli konulardan biridir. Özellikle bu açıdan bakıldığında seçmenin 31 Mart 2019 Mahalli İdareler seçimlerinde Cumhur İttifakı ve Millet İttifakını nasıl değerlendireceği önemli noktadır. Seçmenin seçimlere Cumhur İttifakının yüklediği ‘Beka’ yönünden mi bakacağı yoksa diğer İttifakın bakış açısıyla sadece bir yerel seçim olarak mı bakacağı sorusu bu seçimlerin kritik noktası olarak görülmektedir. Bu kritik noktanın değerlendirilmesi için öncelikle seçmenin ve seçmen davranışlarının bilimsel açıdan ele alınmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.  Bu değerlendirmelerin çerçevesini 31 Mart 2019’da yapılacak olan Mahalli İdareler Seçimi’nin öncesi ve seçim süreci oluşturacaktır.

1.Seçmen ve Seçmen Davranışları

Öncelikle şu bilinmelidir ki seçmenler salt bir seçme işleminden veya oy kullanmaktan öte siyasi ve toplumsal olarak birçok sürecin şekillenmesinde ve düzenlenmesinde etkin bir rol oynamaktadırlar. Yine seçmenlerin seçim süreçlerinde etkin olarak yer aldığı ve aday parti ya da siyasi liderin iktidarına yönelik yapılan seçimlerde önemi oldukça fazladır.

Seçmen tercihleri, doğrudan ülkelerin yönetiminin ve buna bağlı olan bütün unsurların değişimini ortaya çıkarmaktadır. Öyleyse seçmen kişisel açıdan kendisinden başka toplumsal anlamda da ülkenin yönetimini şekillendirmektedir.

Seçmenlerin belirli bir siyasi partiye, adaya veya ittifaka oy vermesinde farklı etmenlerin ön plana çıktığı söylenebilir. Söz konusu bu durum aşağıdaki şekilde gösterilerek ilgili etmenlerin duygusal, bilişsel ve davranışsal bileşenler olduğu ortaya konulmuştur.

Siyasal açıdan bilişsel bileşen, kişilerin seçmenlerin partiye yönelik düşünce, bilgi ve inançlarından meydana gelmektedir. Duygusal bileşen, bireyin kendini yakın bulduğu/uzak gördüğü parti ile kurduğu gönül bağını ve duygusal açıdan tepkilerini ifade etmektedir. Davranışsal bileşen ise geçmişteki oy verme davranışlarını kapsamaktadır. Seçmenlerin oy vermesinde etkili olan bu üç etmen de aynı potada eriyerek seçmenin seçim dönemindeki kararı üzerinde belirleyici unsur olarak işlev görecek ve onların oy vermesini sağlayacaktır.

Seçmeler tür bakımından değerlendirildiğinde pek çok seçmen çeşidiyle karşılaşılmaktadır. Kararlı seçmen, kararsız seçmen, taraftar seçmen, umursamaz seçmen ve daha pek çok şekilde sınıflandırılan seçmen türü alan literatüründe bulunmaktadır. Bu seçmen türlerinin içinde en genel olarak kararlı ve kararsız seçmenler değerlendirilecek olursa bazı seçmenlerin partinin çok sadık seçmeni olduğu, bazılarının ise sadık seçmenolmadığı görülmektedir. Sadık olmayan kararsız seçmen grubu duruma göre partiler arasından seçim yaparak tercihte bulurlar. Bu seçmenler  “yüzen oy” olarak da ifade edilmektedir.

Seçim kampanyalarının en önemli amaçlarından bir tanesi seçimlerin son günlerine kadar hangi partiye oy vereceği belli olmayan bu “kararsız seçmen” üzerinde etkili olarak oy alabilmeyi sağlamaktır. Bir ideolojiyi benimseyen veya bir konuya ya da soruna yakın fikirler, vaatler sunan partilerin birden fazla parti olması halinde kararsız seçmenlerin farklı partileri tercih etme ihtimali ortaya çıkar. Ancak söz konusu bu konulara bakış açısı net ve tamamen farklı ise seçmenlerin tercihlerinin daha keskin belirginleşeceği söylenebilir.

2.Seçmen Davranışı Yaklaşımları

Seçmen davranışları üzerine yapılan araştırmalar 20. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Bu çalışmalar 1910’lu yıllarda başlamış 1940’lı yıllarda ise yoğunlaşmıştır. Bu çalışmalara dayanarak seçmen tercihleriyle ilgili yaklaşımlar“ekonomik (rasyonel), sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlar” şeklinde ele alınmaktadır.

Seçmen davranışını açıklamada ekonomik yaklaşım, rasyonel seçim modeli olarak da ifade edilmektedir. Ekonomik yaklaşımın temeli fayda maksimizasyonu olarak değerlendirilmektedir. Bu yaklaşımda seçmenin oy verme karar aşamasında, verdiği oyun kişisel veya ait olduğu gruba ne gibi bir fayda sağlayacağını düşünerek oy verme kararını belirginleştirdiği ortaya konulmaktadır.

Bir diğer yaklaşım olan sosyolojik yaklaşım, rasyonel yaklaşım gibi oy verme davranışlarını bireysel olarak ele almak yerine seçmenlerin grupların etkisiyle hareket ettikleri noktasından seçmenlere bakmaktadırlar. Bu yaklaşıma göre, seçmen açısından bireysel olan herhangi bir durumun oy vermeye etkisinin olmadığı seçmenin oy vermesinde grupların etkisinin olduğunu ileri sürmektedir. Bir başka ifadeyle seçmenlerin oy vermesinin temelini birey olarak seçmenler değil, gruplar ve partiler oluşturmaktadır.

Son olarak Psikolojik Yaklaşım ise 1950’lerde Michigan Üniversitesi araştırmacıları tarafından çalışılmış ve seçmenlerin oy verme davranışlarında sosyal grupların etkisinden ziyade kişisel tutum ve davranışların ön planda olduğunun üzerinde durulmuştur. Psikolojik Yaklaşımda gruplar değil, bireyler ve bireylerin kişisel olarak bir partiyeveya adaya olan bağlılığı tartışılmış ve bu açıdan oy verme davranışı değerlendirilmiştir.

Seçmen davranışları değerlendirildiğinde özellikle geçmiş yıllara ait seçmen davranışlarının bilinmesi, daha sonraki seçim süreçlerinde de oldukça önemli öngörüleri ortaya koyulmasında yararlı olacaktır. Bu sebeple seçmen özelliklerinin, seçmenlerin oy verme davranışlarının ve karar verme süreçlerinin iyi bilinmesi gerektiği düşünülmektedir.

Seçmen ve seçmen davranışları ile ilgili bu bilimsel veriler ışığında 31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin seçmenler tarafından ne şekilde karşılanacağı çok yönlü bir bakış açısıyla ele alınacaktır.

3.31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri ve Beka Meselesinin Seçmenler Açısından Değerlendirilmesi

31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinde beka meselesi son derece gerçekçi ve rasyonel bir sorun olarak görülmektedir. Hemen her seçmenin ilave çaba sarf etmeden kendi kendine soracağı bir dizi soru ile Beka Meselesinin test edilebileceği düşünülmektedir. 

Bu soruların ilki FETÖ Terör Örgütüyle ilgilidir. FETÖ terör örgütünün elebaşı olan zat neden teslim edilmiyor? Adil Öksüz nerede? Ekrem Dumanlı nerede? Bu isimler çoğaltılabilir… Bilmiyoruz…

Uluslararası siyaset mühendisliğinin Türkiye’yi şekillendirmek için önce farklı operasyonlar gerçekleştiren en sonda 15 Temmuz darbe girişimini uygulayan bu örgütün elebaşları neredeler ve nasıl bir gelecek planlaması yapıyorlar, bilmiyoruz.

İkinci bir dizi soru da PKK/YPG ile ilgili. 15 Temmuz’a giden süreçte Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hendek operasyonları gerçekleştirilmiştir.

Bu hendekler kim tarafından kazılmıştır ve operasyonlar kim tarafından gerçekleştirilmiştir? PKK/YPG…

Bunların bölge kentlerindeki saha organizasyonları kim tarafından yapılmıştır? HDP’li belediyeler değil mi? Asıl görev tanımı belediye faaliyetleri olan yerel yönetimler terörist odakların lojistik merkezlerine dönüşmüş müdür?Bu kadar ciddi ve komplike hazırlık yapmış bir PKK/YPG ve onun yasal uzantısı 15 Temmuz’da neyi planlamıştır? Yakın geçmişe ilişkin bu soruların ışığında HDP şu anda nerededir? Millet İttifakının tam içinde midir? Vekil çıkarabildiği Ankara, İstanbul ve diğer bazı kentlerde bir parti neden belediye başkan adaylarını geri çeker?

Son olarak ise uluslararası boyutta hemen sınırımızda yaşanan Suriye Problemi ve bu problem üzerinden bazı sorular sorulabilir. ABD başta olmak üzere Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölge devletlerinin Suriye bağlamında PKK/YPG’yle ilgili izledikleri politik gündemlerinde ne vardır?  PKK/YPG unsurları adeta ‘kara gücü’ olarak görülmemekte midir?PKK/YPG Türkiye’nin yıllardır çatıştığı bir terör örgütü değil midir?

Mesele tüm bu boyutuyla da değerlendirildiğinde daha da belirgin hâle gelir. Bu perspektiften şer sarmalı karşısında bekanın hayati bir tehdit altında olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir.

Bu soru dizilerine, bir siyasi parti sempatisi taşımayan kararsız seçmenlerin verecekleri cevaplar aslında beka meselesinin varlığını ortaya koyan gerçek ve somut verilerdir.

31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimlerinin Beka Meselesi ile anlamlandırılmasında bir diğer önemli boyut ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak düşünülmektedir.

Öncelikle 11 Ekim 2016 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’nin konuşması ile başlayan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişin nedenleri olarak sıralanabilecek, Türkiye gündemini oldukça yoğun şekilde meşgul eden ve Türk siyasetinde kaotik bir ortam oluşturan bazı olayların irdelenmesi gerektiği söylenebilir. Çünkü muhakkaktır ki bu vakıalar Türk Seçmenini 16 Nisan 2017 Referandumunda sandığa giderken doğrudan etkilemiştir.

Bunlardan ilki 367 Krizi olarak isimlendirilen Nisan 2007’de başlayan, sistemin tıkanması ile e-muhtıra ve seçimle devam eden ve seçim sonrası yeniden sistemi kilitleyen bir durumda Milliyetçi Hareket Partisinin ülke siyasetini rahatlatmak adına önemli bir siyasi aktör olarak devreye girerek Türkiye siyasetini rahatlattığı Cumhurbaşkanı seçilmesiyle son bulan önemli bir dönüm noktası olarak görülmektedir.

Bir diğer yaşanan hadise ise 2007 yılında yaşanan 367 Krizinin içinde vuku bulan ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dönük referandum sonucudur ki bu sonuç neticesinde Yasama ve Yürütme ilişkisinde ister istemez bazı düzensizliklerin ve ülke siyasetinde yaşanacak kargaşa ortamının gündemde olacağı açıktır. Bu sonucun Türkiye siyasi aktörleri tarafından değerlendirilmesi en kesin sonucunun ise seçmenin Cumhurbaşkanını kendisinin seçmeyi istediği yönünde ortaya koyduğu beyandır.

2007 referandum sonucuna dayanarak 2014 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları da ayrıca seçmenin bu yönde tavrının devam ettiğinin bir diğer göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ayrıca 2014 seçimleriyle Türk siyasetine yeni bir kaotik ortamın, bir kriz döneminin girdiği düşünülmektedir.

Bu olaylar esnasında ve sonrasına yine Türkiye’de kriz olarak nitelendirilebilecek ve gündemi meşgul eden bir dizi olaylar söz konusudur. 2010 Referandumu, Gezi Parkı eylemleri, siyasi partilere gerçekleştirilen bazı operasyonlar ve en nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimi gibi her biri detaylarıyla incelenmesi gereken ve ülke gündeminde kaos, kriz yaşatmayı amaçlandığı düşünülen bu olaylar neticesinde gerçekleştirilen ve Türk seçmeni tarafından tartışmaya açık olmayan net bir sonuçla sona eren referandum neticesinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmiştir.

Siyasi partiler tarafından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yeniden Türkiye siyaset gündeminde tartışmaya açılması, gerek 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde gerekse de 31 Mart Mahalli İdareler Seçiminde bu sistemden geri dönülmesine yönelik seçmene verilen mesajlar belki de 31 Mart 2019 Mahalli İdareler seçimine ısrarlı bir şekilde ‘Beka Sorunu’ olarak vurgu yapan ve seçmene beka açısından mesajlar ile seçim kampanya stratejisini oluşturan başta Milliyetçi Hareket Partisinin ve Cumhur İttifakının diğer ortağı Adalet ve Kalkınma Partisinin en önemli gerekçesi olarak değerlendirilebilir.

Yapılan değerlendirmeler ışığında her ne kadar 31 Mart Mahalli İdareler Seçimi olarak görülse de bir ‘Beka Meselesi’ özelliği taşıdığı ve seçmenler tarafından da bu hususların muhakkak dikkate alınacağı düşünülmektedir. Kaldı ki seçmenlerin tutumlarının hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin kabul edildiği 16 Nisan 2017 Referandumunda hem de 24 Haziran 2018 seçimlerinde değerlendirildiğinde söz konusu ‘Beka Meselesi’ni kabul eder bir tutum sergiledikleri de söylenebilir.

Yine 31 Mart 2019 Mahalli İdareler seçimlerinde seçmenlerin değerlendireceği bir başka unsur ise seçimin tarafları olacaktır. Bu seçimde 15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesinden sonra oluşan ve ‘Yenikapı Ruhu’ olarak vücut bulan, Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından oluşturulan Cumhur İttifakı seçimin bir tarafıdır. Diğer taraf ise Cumhuriyet Halk Partisi, İP ve dışarıda olduğu ifade edilen ancak fiili olarak içinde olduğu görülen HDP’nin ve Saadet Partisi’nin oluşturduğu Millet İttifakıdır. Elbette seçmen söz konusu bu yapıların gerek seçim süreci öncesi gerekse seçim sürecindeki bütün çalışmalarını hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak ittifak yapılarını değerlendirecektir.

Bu açıdan partiler ve ittifaklar değerlendirildiğinde seçmenin karşına şu tablonun çıkacağı söylenebilir. Bir tarafta İttifakın 15 Temmuz süreciyle tabandan gelen milli bir bilinçle oluştuğu görülen ve gerek bundan önceki referandum ve genel seçim sürecinde gerekse 31 Mart 2019 Mahalli İdare seçimleri öncesinde taraflarının seçmene güven telkin ettiği geleceğe yönelik mesajlar verdiği ve ittifakı adeta ‘siyasi rant paylaşımına’ dönüştürmeden ülke geleceği ve güvenliği unsurlarına konumlandıran bir Cumhur İttifakı yer almaktadır. Diğer tarafta ise öncelikle 24 Haziran seçimleri sonucunda ciddi parti içi ayrışmalarla ülke gündemine gelen ve bu ayrışmaların 31 Mart 2019 seçimleri öncesi aday belirleme sürecinde de açık bir şekilde görüldüğü, kendi tabanın dahi yoğun bir eleştirisine maruz kalan CHP vardır. CHP’nin tabanı tarafından yoğun ve sert tepkiyle karşılaşmasının bir diğer sebebi ise ana omurgasını oluşturan ve kendisini ‘Atatürkçü, Ulusalcı, Laik’ olarak isimlendiren kitleyle taban tabana zıt bir terör örgütü uzantılı bir HDP’ye adeta taşıyıcılık yapması ve ortak olması olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki bu durum İttifakın diğer unsurlarının tabanları açısından da oldukça dikkatle izlenen ve oy verme davranışını etkileyecek önemli bir faktör olarak değerlendirilmelidir. İttifakın iki ana partisinin HDP’nin ittifakın içinde olmadığını dile getirmeleri de bu duruma karşı olan hassasiyeti ortaya koymaktadır. Ancak seçmen gerek formel gerekse informel açıdan ittifakın taraflarını ve birliktelikleri değerlendirecektir. Özellikle HDP’nin kaç yerde aday çıkardığı ve milletvekillerinin dahi olduğu yerlerde neden aday çıkarmadığı soruları seçmenin dikkate alacağı sorular olduğu söylenebilir.

İttifakın bir diğer tarafında ise ontoloji bilimi açısından varlık sebebini henüz ortaya koyamamış, ‘Ben kimim?’ sorusuna cevap arayan bir diğer parti olan İPvardır. Özellikle bölgelere göre kısmen değişim gösterse de milliyetçi, sağ seçmeninin oyunu 24 Haziran 2018’de emanet alan İP’in bu oyları, başta HDP ve CHP ile olan birliktelikten duyulan rahatsızlık ve yine parti içindeki birbirinden tamamen farklı grupların çatışmalarının net bir şekilde seçmen önünde yaşanması tekrar alabilmesinin oldukça güç olduğu kanaatini güçlendirmektedir.

İttifakın belki de fiilen en net üyesi olduğu aday belirleme sürecindeki tutumu ile ortada olan,fakat diğer iki partinin birlikteliği kendi tabanlarından saklamak için yok dedikleri, terör örgütü PKK’nın uzantısı olma özelliğini aleni bir şekilde beyan eden ve bu iki partinin tutumuna inat birlikteliği ve terör uzantısı olma durumunu adeta meydan okurcasına seçmenin gözüne sokan bir HDP bulunmaktadır.Yine bunların yanında tabanıyla ciddi sıkıntı içinde varlık-yokluk mücadelesi veren Saadet Partisinin de bu ittifaka resmî olmasa da fiili destek verdiği söylenebilir. Bu husus,ittifakı partiler bazında değerlendirmenin yanında ayrıca ittifak olarak yürüttükleri süreçte seçmen tarafından izlenen ve seçmeni etkileyeceği düşünülen bir diğer durum olarak görünmektedir. Ayrı ayrı düşünüldüğünde başta kendi tabanları olmak üzere seçmenlerin çoğunda olumsuz bir süreç algısı oluşturduğu görülen ittifakın, ittifak sürecinde ve protokolündeki tutumlarını siyasi ranta yönelik adeta pazarlık edilen bir meta gibi yönetmesi, seçmenin dikkate alacağı önemli bir husus olduğu düşünülmektedir. Ayrıca ittifakın bir önceki seçimlerde de Türk siyasi hayatında uzun yıllardır olmayan ve seçmen nezdinde olumsuz bir algı taşıyan transferler, geleceğe yönelik olumlu hiçbir mesajının olmaması, adeta seçim sonu dağılacak ikbal kaygısından öteye gitmeyen bir ‘kazan kazan birlikteliği’ görüntüsü taşımaktadır. Bununla birlikte alınan 24 Haziran seçim sonuçları da yine seçmenlerin bu ittifaka olan bakışlarının nasıl olacağı konusunda önemli bir delildir.

Sonuç Yerine

İttifaklar açısından değerlendirildiğinde seçmenin önünde bir tarafta birlikteliği 15 Temmuzda yine kendisi tarafından oluşturulan, geleceğe dönük olumlu mesajlar veren ülkenin içinde bulunduğu kriz ortamına çözüm üretmeye çalışan, iki partinin kurmaylarınca oldukça kısa sadece ana hatların konulduğu ve seçmeni rahatsız etmeden ortaya konan protokole uyan ve en önemlisi güçlü Lider profilleriyle belirgin bir şekilde çerçevesi çizilen Cumhur İttifakının varlığı söz konudur. Diğer tarafta ise kendi içerisinde problemleri ayan beyan ortada ve seçmenin gözü önünde olan, ittifak protokollerinin tamamen siyasi ranta dönüştüğü görülen, pazarlıkların seçim sonucunda ayrılık sinyallerini aleni şekilde ortaya koyduğu ve her şeyden önemlisi tabanlarının birbirinden oldukça uzak olduğu,belirgin olmayan bir yapı Millet İttifakı vardır. Üstelik bu ittifak yine kendi doğal haliyleseçmene neden güvenmemesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bu iki ittifakın karşılaştırılmasında belki de Millet İttifakının seçmeni etkilemek üzere en yoğun şekilde kullandığı ekonomik kriz vurgusunun seçmeni nasıl etkileyeceğine cevap aramanın doğru olacağı söylenebilir.

Türkiye’de ekonomik problemlerin gerek iktisadi anlamda yapısal kırılganlıktan gerekse uluslararası bazlı yapılan bazı operasyonlardan ve bunların yanında dünya ekonomisindeki sıkışmalardan kaynaklandığı bilinmektedir. Ekonomik problem seçmeni etkileyen önemli bir unsurdur. Ancak burada üzerinde durulması gereken konu söz konusu bu probleme karşı ittifakların seçmene verdikleri güvendir. Ekonominin güven ile istikrar ile düzelebileceği, kaotik bir ortamda çok daha kötüye gideceği en temel iktisadi bilgi olarak söylenebilir. Öyle ise Millet İttifakının seçmen üzerinde ısrarla durduğu ekonomik kriz vurgusu seçmeni güvenli bir liman aramaya itecektir. Bu durumun seçmeni yine geleceğe dönük sağlam bir yapı tesisine yönelik adımlar atan kesin ve güvenilir mesajlar veren Cumhur İttifakına yönlendireceği şeklinde değerlendirmenin doğru olacağı düşünülmektedir.

Sonuç olarak seçmen, bir tarafta güven veren gelecek tesis etmeye çalışan ülkenin on yıllardır maruz kaldığı uluslararası siyaset mühendisliği operasyonlarıyla mücadele eden, kendi içinde bütün yapısal farklılıklara rağmen diri ve Liderler başta olmak üzere hemen bütün mensuplarınca verilen birliktelik görüntüsüyle de seçmeni rahatsız etmeyen bir Cumhur İttifakını değerlendirecektir. Diğer tarafta ise 1 Nisan 2019 tarihiyle ilgili hiçbir programı olmayan ne olacağı nereye gideceği bilinmeyen seçmenin iradesiyle elde edilen bir kazanım olarak değerlendirilmesi gereken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin dahi tartışılmaya açıldığı, adeta bir kaos ortamı yaratılacağını ifade eden ve milleti içeren hiçbir değeri taşımasa da seçmene yönelik bir algı olarak ismine Millet İttifakı diyen bir yapıyı değerlendirecektir. Seçimin sonuçlarına yönelik göstergelerin bundan önceki seçim sonuçlarında da görülebileceği ve seçmenin eldeki veriler ışığında “Beka meselesi”ne sahip çıkacağı ve çözmek için sandığa gideceği söylenebilir.

Not: Bu yazı Kutlu Sesleniş Dergisi 140. Sayısında yayınlanmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar

AZİZ, Aysel (2007). Siyasal İletişim, Nobel Yayın Dağıtım, 2. Basım, Ankara.
BARIŞ, Gülfidan (2009). “Partizan Seçmenler, Kararsız Seçmenler ve Gezen Oylar”, Siyasetin İletişimi, Ed. Özkan Abdullah, TASAMYayınları: 41, İstanbul.
BEREN, Fatih (2013). Seçmen Tercihine Etki Eden Faktörler ve Seçim Güvenliği: Şanlıurfa İli Örneği, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of AcademicInquiries) Cilt/Volume: 8, Sayı/Number:1, ss. 191-214.
HARROP, Martin; MILLER L., William (1987). ElectionandVoters A ComparativeIntroduction, theMacmillan, London.
KALENDER, Ahmet (2000). Konuya Oy Verme Modeli Çerçevesinde Siyasal Kampanyaların Planlanması, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildiri Kitapçığı, Gazi Üniversitesi Basımevi, Ankara.
ŞENER, Turan (2018). Siyasal Pazarlama Açısından Aday Belirleme Süreci, Literatürk Yayınları, İstanbul.

Sosyal Ağlarda Paylaş