Orada; burnumuzun dibindeki çok uzaklarda bir köy var…
Hani, gidilmese de görülmese de bizim olan…
Gerçek şuymuş ki aslında…
Gidilince anlaşılan… Görünce, yıllarca zapturapt altında tutulmaya çalışılan hasretin bir anda ta derinlerden taşarak bizi hüzne boğan…
İnsanın yüreğine amansız bir sızının bağdaş kurup oturmasına sebep olan…
“Nasıl olur!?” diye hayıflanarak, sayıklayarak yakıcı sualler sorduran…
İşte orada; burnumuzun dibindeki uzaklarda bir köy; bizim olan…
Sonra zihnimize hücum eden amansız sorular:
—Buralar bizimmiş… Şimdi?
—Neden biz buralarda değiliz şimdi?
—Asil unsurken neden misafir bile olabilmekte zorlanır hale geldik şimdi?
Amansız soruların geçit resmi eşliğinde o hüzünlü çekilme sahneleri geçer bir bir gözümüzün önünden… Ve acı bir kahır yerleşir dilimize bu defa…
-Kahretsin nasıl bıraktık? Nasıl bırakabildik? Nasıl bırakırız? Vesaire… Vesaire… Vesaire…
Ve daha nice kahredici cümle kurcalar zihnini insanın; geçirilen her bir dakikada hatta saniyede… Evet, sonra oturup düşünmek istersin bir devri; şapka önde, boyun büyük, kaşlar yıkık…
Bellidir artık düşünülmesi gereken… Bellidir o coğrafyanın adı: Gazi Dervişlerin ilmek ilmek işlediği bir diyar; Balkanlar…
Görünce donup kalacağınız bir türbe vardır… Sarı Saltuk derler… Ve dökülür ağızlardan;
“Barak Baba, Sarı Saltuk orada,
Hacı Bektaş Veli, Taptuk orada,
Bir Mübarek vatan yaptık orada,
Ki bin can dilerse, bin verilmeli”
O kadar bizden olmuş ve o kadar biz olmuş ki Balkanlar, Demirci (2011) çalışmasında bu durumu aktarırken Balkanların ve Rumeli’nin o kadar çok sevildiğini, benimsendiğini belirtip adeta taşı, toprağı ve nehirleriyle yeni bir imanın temsilcisi gibi görüldüğünü söylemiş. Ve bunu yaparken de Aşık Çelebi’nin Tuna şiirinin; “Kişver-i kâfirden îman ehline akub gelir /Kıbleye tutmuş yüzünü bir müselmandır Tuna” iki mısrasından ve Balkan kökenli mütefekkir-şair Yahya Kemal’in, “Üsküp bir evliya şehri idi. Halkı rivayet eder ki, ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahut Üsküp’te. Ulema henüz bunu halledememiş. Lâkin Üsküp’ün evliyası hep cengâverdiler. Türbelerinin duvarlarında bir insanın taşıyamamağı kadar ağır ve büyük paslı kılıçlar, kalkanlar, zincirler asılı dururdu. (Bukağılı Baba, Cafer Baba, Gazi Baba, Haydar Baba gibi)” cümlelerinden yararlanmıştır.
Yahya Kemal bizdir ve demektedir ki; “Türkçenin çekilmediği yer vatandır.” Aynı ruhtur, aynı sine aynı inanış, yaklaşık 800 yıl öncesinde Karamandan Türk yurtlarına verilen bir buyruk gibi adeta…”Bugünden sonra divanda, dergâhta” diye başlayıp …”Türkçeden başka söz söylenilmeye” diye biten…
Bosna’da yaşayan Müslüman ahalinin hala en önem verdiği yerdir diyor çalışmasında Taşkıran (2010) hoca, Sarı Saltuk Tekkesi için… ve şu dizeler dökülür sonra Aziz Bosna’da yaşanan acıya; Camiye, türbeye saldırır önce,
Evler, kaleler, köprüler yıkar.
Mezar taşlarında hilal görünce,
Kırarda yerine istavroz çıkar.
Yok, olan kimliği seyreder çağlar,
Bosna’da koskoca bir tarih ağlar.
Öyledir de… Türkiye’den gelen bir misafire, gösterilmek için teklif edilen ilk yer orasıdır. Hesap, aynen de şiirdeki gibidir… Sezersin… Kimlik yok edilmek istenmektedir… Var olan kimliktir sorun… Adeta Avrupa’nın göbeğinde Avrupa’ya ‘Siz bizden değilsiniz…’diye haykırır Bosna… Avrupa’yı dışlar; sokaklar, esnaf, minareler, koku, huzur…
Bizdir yani her yeriyle, her şeyiyle…
Osmanlı Devleti’nin hemen ilk dönemlerinde kültür ve dilinin yerleştiği bölge olan Balkanlar’da Türk’ün varlığı Osmanlı’nın bilimde, sanatta var olan gücü ile de eş zamanlı olarak kendini göstermiştir. Türkçenin Balkanlarda yaşayan diğer unsurlar arasında da yaygın olarak kullanılması, söz konusu olan bu kültür ve medeniyet gücünden kaynaklanmaktadır. Bu sayededir ki Balkanlar’da Osmanlı-Türk kültürü sevilmiş, benimsenmiş, değer katan bir kültür olarak saygınlığı artmış ve söz konusu bu kültüre ait olmak Balkanlarda yaşayan insanlar için bir prestij, bir gurur vesilesi olmuştur. Bu durum o kadar gelişmiştir ki her evde bir ‘Türk Köşesi’ bulundurmak adet haline gelmiştir (Bayraktar, 2012: 182-183).
Küreselleşme denilen olgunun esrikliğiyle değerlerin hallaç pamuğu gibi atıldığı bir çağı yaşadığımız dillendirilir hayli zamanadır. Bu ne menem bir şeydir ki Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevilerin, Hacı Bektaş Velilerin, Hacı Bayram Velilerin, Tapduk Emrelerin, Ahi Evranların, Sarı Saltukların yüzlerce yıldır ilmek ilmek dokuduğu nakış, bir çırpıda bozuluversin?! O zaman tarifine bakmalı ki tanımalı… ‘Öncellikli ekonomik konular olmak üzere, kültür, siyaset, ticaret, sanat, gibi pek çok konuda ülkelerin birbirlerini yoğun olarak etkilemesi’ diyor bu büyülü kavram için. Hatta kaba tabirle, küreselleşme için siyasi anlamda olmamakla birlikte, diğer ilişki içerisinde olunacak pek çok konu ile ilgili ülkeler arasındaki sınırların kalkmasıdır diye bile söylendiği, dillendirildiği oluyor. Öyle muamma bir durum yani.
Bu kürselleşme dünyayı böyle etkiliyorken Balkanlar’ın bundan maada kalması ne mümkün. Mesela Almanya için Balkan coğrafyasının sınırlarının özellikle de ticari alanda sonuna kadar açılıverir de iş Türk’e, Türkiye’ye geldiğinde, aslında olmayan ama bu sınırları kaldırması ile namdar küreselleşme sayesinde birden bire yoktan var oluveren sınırlar çıkar karşımıza.
Evet zaten ruh olarak, kültür olarak olmayan ama ısrarla bizi ayıran hatta sadece bize ısrarla dayatılan bu sınırların kalkması olmalıdır bizim en büyük Balkan davamız bencileyin…
Bununla ilgili Türkiye’nin yaptığı her mücadele, her destek daha da güç verir Balkanlara, Balkan coğrafyasındaki ‘bizlere’…
Mutlu oldukları her hallerinden görülüyor çünkü her Türkiye denildiğinde…Özellikle TİKA üzerinden yapılan Türkiye Cumhuriyeti destekleri daha da bir mutlu ediyor Balkanları ve bunu görmek hiç de zor değil…Hemen davet ediyorlar…Hemen göstermek istiyorlar…Ve gözlerindeki o sıcak ışıltıyla anlatıyorlar açılış anlarını….Gurur duyuyor insan…Göğsü kabarıyor…Sonra kalbin derinliklerinden bir dua dökülüveriyor: Bu toprakları asırlar önce ‘vatan’ yapan atalarımızdan Allah razı olsun…Ve dahi bugün o ne menem şey olduğu anlaşılamayan küreselleşme ile silinmeye çalışan atalarımızın izlerini korumak için, ihya etmek için çalışan, çabalayan devlet erkanından ve dahi her bir gönül insanından da Allah razı olsun!
Mesela Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uzandığı yere gül diken eli…TİKA’nın 2013 yılı Türkiye Kalkınma Yardımları Raporu’na göre Türkiye’nin 2013 yılı toplam yardımlardan Bosna-Hersek 22.28, Kosova 15.26, Karadağ 13.32, Makedonya 13.19, Arnavutluk 9.24, Moldova 6.12, Sırbistan 6.06 milyon Dolar almış. (TİKA Kalkınma Yardımları Raporu; 2013: 89).
Sonra mı? İşte bu cümle tam da buraya yakışır diyor insan: ‘Yetmez ama evet olsun…Olmalı…Daha çok olmalı hatta’ diye..
‘Daha fazlasını yapacak gücümüz zaten var niye yapmıyoruz ki’ diye…
Hatta ayakları yere basan ham hayaller kuruveriyor insan; ‘bizim şu şehrin sanayicisinin şuraları halletmesi anlık bir olay… Şunlar da şunu yapar… E bu grup burada muhakkak olmalı…’
Ve sonra gerçekle yüzleşme…ağır bir tokat gibi iniyor yüzüne insanın…
Batı Avrupa ülkelerinin kendilerine pazar yaratmak için yoğun bir şekilde uyguladığı, geliştirdiği, uyarladığı sistem olarak düşünülebilecek olan küreselleşme, senin için bırakınız sınırlarınızın kalkmasını, bırakınız ortak olarak zaten var olan kültürünüzü yaşayabilmeyi/yaşatabilmeyi, bırakınız rahat rahat ticari ilişkiler geliştirebilmeyi, adeta bir ayrışma, alt unsurlara bölünme, parçalanma vesilesi olmuş. Her bir alt kültür unsuru büyük farklılıklar olarak gösterilmiş ve algılatılmış.
Savaşların en büyük nedenidir ya pazar…
Bizim de içinde olduğumuz bu Balkan coğrafyasındaki pazar kavgası net bir şekilde görülüyor işte…
O hayalini kurduğumuz ve ülkemiz imkân ve olanakları nispetinde yapılabilir olan hayallerin yapılabilmesinin neden güç olduğu gerçeği çarpıyor insanın yüzüne… Ve o kavganın büyüklüğü…
Hayaller…Hayaller…Yüzyıllar önce başta Karaman olmak üzere Anadolu coğrafyasından gönderilen hemşerilerimizle, Alperen Gazi Dervişlerin Türkleştirdiği Balkanlar’ın yeninden bizimle yek vücut olması….
Bu büyük kavga için iktisadi anlamda gelişmiş Büyük Türkiye… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri geliyor sonra insansın aklına;
‘Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen görülmüştür. Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.’
Bu iktisadi mücadele Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin şah damarı olan Türk Milliyetçilerinin kavramak zorunda olduğu en önemli husus… Ve vermek zorunda olduğu en büyük kavgadır. Çünkü Türk Milliyetçileri, Dr. Devlet Bahçeli’nin dediği gibi Issık Gölden Buhara’ya, Kerkük’ten Süleymaniye’ye, Üsküp’ten Ankara’ya, Ötüken’den Malazgirt’e, Çanakkale’den Sakarya’ya kadar asırlarca ilmek ilmek örülen “Türk milleti” kimliğini sonsuza kadar savunmaya devam etmek zorundadır.
Öyle ise, yeniden büyük ve güçlü bir Türkiye demek yeniden Balkanlar demektir…
Büyük ve güçlü Türkiye demek yeniden Turan demektir…
Yararlanılan Kaynaklar
BAYRAKTAR, Zülfikar (2013), “Balkanlarda Bir Arada Yaşama Kültürü Bağlamında Kimlik Çatışmasından Kültürel Entegrasyona Türk Dili ve Kültürünün Önemi” Karadeniz Araştırmaları, S.36, ss.223-234
BAHÇELİ, Devlet (2010), Ülkü ve Şuur, MHP Yayınları, Ankara
(http://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/kitap/17/index.html)
DEMİRCİ, Mehmet (2011), “Gazi Dervişler ve Balkanlar”, İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Selçuk Eraydın’a Armağan Sayısı, ss.147-159
İzmir İktisat Kongresi Açılış Söylevi,
( http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir)
TAŞKIRAN, Cemalettin (2010), Balkanlarda İzlerimiz, Sarkaç Yayınları: Ankara
TİKA Kalkınma Yardımları Raporu, 2013, (http://www.tika.gov.tr/upload/oldpublication/KalkinmaYardimlariRaporu2013.pdf)