Harici Faktörler ve Dahili Tehditler Ekseninde Bir Türkiye Okuması ve Milliyetçi Hareket Partisi

Soğuk Savaş Sonrası Dönemden 21. Yüzyıla Türk Dış Politikası Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile Türkiye jeopolitiğinin çevresinde bir güç boşluğu oluşmuştur. Bu kapsamı Balkanlar, Kafkaslar, Türkistan coğrafyası ve Ortadoğu eksenlerinde müşahede edebilmek mümkündür. Türk dış politikasında bu dönemden itibaren 21. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan dönemde geliştirilen ilişkiler bölgesel bağlamda Türkiye’nin etkin bir aktör olması sonucunu beraberinde getirmiştir. Yumuşak güç unsuru olarak TİKA, Yunus Emre Enstitüsü gibi örnekleri bu açıdan okumak gerekmektedir. Ayrıca bölgesel ve küresel ihtilaflarda ve çatışmalarda Türkiye’nin arabulucu rolü üstlenmesi, uluslararası politika açısından mühim bir boyut olarak görülmelidir. Dolayısıyla pek çok örnek Türkiye’nin, Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve Balkanlarda bölgesel “hâkim güç” olduğunu teyit etmiştir. Türkiye bölgede tartışmasız en önemli güç odağı haline gelmiştir. Güncel bir konu olarak, Gazze’de yaşananlarda alınan konum, Dağlık Karabağ özelinde Kafkasya’daki gelişmelerde atılan politik adımlar, Balkanlarda yaşanan anlık gelişmeler ve son olarak İran cumhurbaşkanının ölümü gibi olaylarda çözüme yönelik net katkılar da bunu göstermektedir. Bu pozisyon alış tarihi bir yük olarak Türkiye’nin üzerine düşen temel görev olarak değerlendirilebilir. Lider Devlet Bahçeli de bu durumu son grup toplantısında; “madden ve fiziken çekildiğimiz topraklarda manen ve fikren sonuna kadar varız” şeklinde ifade ederek Türkiye’nin alması gereken konumu ve tutumu ortaya koymuştur. Tarihin bu ülkeye ve bu coğrafyaya yüklemiş olduğu vazife çerçevesinde bu açıklama dikkat çekici bir durum arz etmektedir. Gazze konusunun sadece İsrail-Filistin özelindeki bir çatışmadan ziyade küresel manada bir insani problem olduğu hususunda Türkiye’nin üstlenmiş olduğu rol hiçbir surette göz ardı edilmemelidir. Kaldı ki bu yöndeki hamleler gelinen aşamada pozitif sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İspanya’nın, İrlanda’nın ve Norveç’in Filistin’i tanımaları bu noktada oldukça önemlidir. Bu tanınmaların genişlemesi gerekmektedir. Çünkü Gazze konusu, ifade edildiği üzere sadece İsrail-Filistin özelinde bir konu değildir. Bu mesele, birincisi, Ortadoğu jeopolitiği ile doğrudan bağlantılıdır. İkincisi ise yaşanan insani krize kayıtsız kalmak, yaşananları görmezden gelmek mümkün değildir. Dolayısıyla birçok ülkenin sessizliğini koruduğu bu meselede Türkiye’nin her fırsatta yaşanan insani krizi dile getirmesi bölgesel ve küresel çapta muhtelif tezahürleri etkilemektedir. Yine Ortadoğu özelinde İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin bir helikopter kazası sonrasında yaşamını yitirmiş olması, öncesi ve sonrası ile kısa ve orta vadede bölgesel dinamikleri etkileyecek bir hadise olmuştur. Burada bir parantez açmak suretiyle, arama-kurtarma çalışmalarında Türkiye’nin katkıları bir diğer parametreyi teşkil etmiştir. 2024 yılında ABD’de gerçekleşecek olan seçimlere, Ortadoğu coğrafyasının geleceği açısından da bakılmalıdır. Çünkü 2001 yılından itibaren daha belirgin olmak üzere Ortadoğu’yu terör örgütleriyle dizayn etmeye çalışan ABD’ye karşı Ortadoğu’da yeni zeminler aranabilir. ABD’yi bu terör örgütleriyle olan ilişkileri ve bölgeyi dizayn çalışmalarının önünde durulmalıdır. Bu nedenlerden ötürü Türkiye’nin bölgesel ve küresel gelişmelerde alacağı konum ve gerçekleştireceği hamleler mühimdir ve hiçbirinin göz ardı edilmemesi elzem görülmektedir. Dâhili Tehditler ve Merdiven Altı Söylem Mekanizmaları Dış politikada bu denli girift bir süreç yaşanırken ve hassas bir zaman diliminden geçilirken, iç politikadaki bazı aktörlerin devlete yönelik hasmane tavırları müşahede edilmektedir. Özellikle sosyal medyanın bir araç olarak kullanılması suretiyle birtakım aktörleri savunma güdüsü üzerinden devlete ve hukuka karşı geliştirilen söylemler bu tavırların en belirginleri arasındadırlar. Demirtaş ve Kavala Davası üzerinden hukuka, sosyal medyada saldırı, bir ihanetin vücut bulmuş halidir. İlgili iletişim kanalları da ihanete zemin olmaktadır. Kamuoyunun bildiği üzere kaos ortamı oluşturan bir siyaset mühendisliği, Pensilvanya merkezli operasyonlar 2010’lu yıllardan itibaren FETÖ’nün temel maksatları arasındadır. Bu nedenlerden dolayıdır ki, ilgili hususlar yasal zeminde düzenlenmeli ve sosyal medya yasası daha da güçlendirilmelidir. Zira bu kadar açık ve net bir terör saldırısı olurken ülkenin ana muhalefet partisinin sözde demokrasi adına bu terör eylemlerine prim vermesi, üzerinde durulması gereken temel bir mesele halini almıştır. Diğer bir ifadeyle, CHP, terör örgütünün gayri meşru varlık ve eylemini merdiven altı bir demokrasi kılıfıyla pazarlama uğraşına girerek yine temiz ve dürüst siyaset ufkuna kara bir perde gibi gerilmiş vaziyettedir. Özellikle seçim sonuçlarıyla birlikte yeni bir iklim oluşturmaya çalışan CHP, teröre mesafe koy(a)madıkça, ilişkilerini net bir şekilde Türk milletinin yararına göre durdurmadıkça siyaset kurumunda varlığı her daim tartışılır olacaktır. CHP’nin yeni genel başkanı ve ekibinin nasıl bir yol haritası ile siyaset üreteceği bu bağlamda önemlidir. Çünkü Türkiye yıllardır bu terör eylemleriyle mücadele etmektedir. Burada CHP, siyaset zemininde terör eylemlerinden sözde demokrasi adına beslenme geleneğini ivedilikle bırakmalıdır. Yoksa bizzat kendisi de yasal çerçevede siyasi partilerin uyması gereken kanun maddelerini çiğnemiş olur ki bunun da sonu anayasal düzende bellidir. Bunun haricinde, siyasette normalleşme elbette siyaset kurumu için önemlidir. Ancak normalleşme adı altında terör uzantılarına milli hususlarda taviz vermek bir normalleşme değil en hafif tabirle gaflettir. Normalleşme diye tabir edilen ve literatürde ‘siyasi uzlaşı’ olarak bilinen durum siyaset kurumunun tarafları arasında olur. Terör bağlantılarını ve eylemlerini normalleştirmek adına teröristlerle olmaz. Ayrıca hem uzlaşı kültürünün geliştirilmesinden bahsedilip hem de siyaseti sosyal medya dedikodusu seviyesine çekmek ve gündem oluşturmaya çalışmak da birbirine tezat bir başka durumdur. Özgür Özel’in 2 Haziran’da Kayseri Pınarbaşı ilçesinde gerçekleştirilen seçimlerdeki tutum ve söylemleri bu duruma somut bir örnektir. Yine bunun yanında CHP ve Özgür Özel geçmiş CHP kodlarını hala atamayarak terör seviciliğine devam etmektedir. CHP’nin kronikleşmiş terör sevici kodları ile ilgili şöyle yüzeysel bir araştırmada bile karşımıza farklı zamanlarda pek çok örnek çıkmaktadır. 1991 seçimlerinde bu CHP’nin atası konumundaki Erdal İnönü’nün genel başkanlığındaki SHP de meclise PKK terör örgütünü taşıyan ilk partiydi. Yine bu örneği 1980 askeri darbesi öncesi gazete arşivlerine bakıldığında da çoğaltabiliriz, CHP ve o dönemin terör örgütleriyle ilişkisine yönelik bir manşetleri görebiliriz. Kaldı ki yukarıdaki örnekle devam edip bir siyasi öngörü ortaya koyulacak olursa, 1989 yerel seçimlerinde terör örgütüyle sıkı ilişkiler neticesinde pek çok yerde belediye başkanlığını kazanan SHP’nin içine teröristleri de alarak girdiği 1991 seçimlerinde aynı başarıyı gösteremediği bilinmektedir. Başta ‘siyasal katılım’ olmak üzere pek çok açıdan 1989 seçimlerini andıran son yerel seçime bakarak sanki bir iktidar elde etme yaygarası koparan CHP’nin gelecek ilk genel seçimlerinde de 1991 seçimleriyle karşılaşacağı düşünülmektedir. Bu tarihi geçmiş ortadayken CHP’nin, Türk siyasetinde terör unsurları hariç her zeminde ‘uzlaşı kültürü’nü geliştiren ve siyasetine ‘önce ülkem ve milletim sonra partim ve ben’ gözünden bakan Lider Devlet Bahçeli ve MHP ile boy ölçüşmesi en hafif tabiriyle had bilmezliktir. CHP bu çizgisiyle MHP ile uzlaşma hayali bile kurmamalıdır. Terörist Demirtaş ve vatan haini Kavala dosyalarında hem hukuken hem de aziz milletin vicdanında hüküm tecelli etmişken bunu tartışmaya açmak mı yumuşamadır veya teröristlerin belediye yönetmesini desteklemek mi yumuşamadır ya