Kovid-19 Vakıası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Türkiye’de Muhalefet

Yeni tip koronavirüs ya da teknik koduyla Kovid-19, bütün dünyada pandemi ilan edilmesine neden olan, Türkiye’de de diğer ülkelere kıyasla düşük yoğunluklu ve kontrollü seyreden bir salgın hastalık olarak ülke gündemine oturmuştur. Hemen bütün ülkelerde görülen Kovid-19 salgını elbette hem dünya hem de Türkiye için özel bir dönem olarak görülmelidir. Pek tabii bu özel dönemin şartları da oldukça özel olacaktır. Salgın öncesi ve esnasında verilen kararlar ve bu kararların uygulanması toplumsal bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Halk sağlığının korunmasını temine yönelik bu kararlara riayet edilmesi gerekliliği de neredeyse bir yaşamsal zorunluluk halini almıştır. Genel olarak diğer ülkelerin salgınla ilgili karneleri karşısında Türkiye’nin salgınla mücadelesinin hiç de azımsanmayacak bir başarı kaydetmekte olduğu gün gibi ortadadır. Başta bizzat Sağlık Bakanı olmak üzere kurum olarak Sağlık Bakanlığı’nın oldukça erken bir evrede aldığı kararlar ve alınan kararlara ısrarla riayet edilme çabası takdire şayandır. Nitekim bugünlerde verilen mücadele yönteminin doğruluğu pandemi süreci ilerledikçe ortaya çıkmış, hatta bu olgu genel tabloya bakan alan uzmanı olmayanların bile kavrayabilecekleri açıklıkta kendini göstermiştir. Sağlık Bakanlığı’nın aylar öncesinden oluşturduğu Bilim Kurulu’nun sadece bilimsel yöntemleri referans alması, buna Türk Üniversiteleri ile sağlık kurumlarındaki alan uzmanlarının da bilgi birikimi ve fedakâr çabalarıyla destek vermesi bu sonucun güzel sebepleri olarak vurgulanmalıdır. Bu bağlamda, devlet aklının ortaya koyduğu pandemiyle mücadele stratejisinin medya kanalıyla doğru ve yerinde içerik tercihleriyle kamuoyuna aktarılması milletimiz nezdinde salgın hastalığa yönelik genel farkındalığı arttırmıştır. Basın toplantılarında farklı düşünce yapısındaki muhabirlerden gelen soruların tamamına cevap verilmesi Sağlık Bakanı’nın nezaketinden çok bu stratejinin verdiği güç ve güvenle doğrudan ilgili olsa gerektir. Kovid-19 sürecinde dünya devletlerinin süreci yönetimi ve tutumu oldukça dikkatle incelenmesi gereken bir durum olarak düşünülmektedir. Özellikle hemen her fırsatta kendisini başta insan hakları olmak üzere pek çok evrensel değerin adeta yaratıcısı gören ve başka hiçbir ülkenin bu değerlerle donanmış olamayacağını vurgulayan pek çok ülkenin resmi temsilcilerinin tutumları trajikomik bir hal almıştır. Ülkeler oldukça düşük maliyetli ve ekonomik güçleri nispetince çok çok değersiz denilebilecek başta maske olmak üzere basit hijyen ürünleri için neredeyse savaş çıkaracak duruma düşmüşler, hatta birbirlerine ait olan malzemeleri açık bir şekilde hırsızlık yaparak alıkoymuşlardır. Böylece, bahsettiğimiz bu evrensel değerlerin Batı için ‘pazara kadar’ bir anlamı olduğu, insan haklarının da şartlara göre pekâlâ ‘insan haklamak’ için de kullanılabileceği bir kez daha tescil edilmiştir. Yine çeşitli haberlerden ve sosyal medyadan takip edildiği kadarıyla bu ülkelerin kendi vatandaşlarına karşı tutumlarının da ısrarla tekrarlanması gereken, evrensel insani tutum ve davranışlarla taban tabana zıt bir içerikte olduğu görülmüştür. Bu konunun başta insani değerler bütünü olmak üzere devlet felsefesini bile ortaya koyan en azından fikir yürütülmesini ve ana hatlarıyla farklılıkları ortaya koymak açısından önemli olduğu söylenebilir. Yani her fırsatta pek çok insani değerlerle ilgili söylemleri ortaya koyup bu durumu farklı vesilelerle bir koz olarak kullanan Batılı Devletlerin yeri geldiği zaman kendi insanını bile böyle zor bir dönemde tek başlarına bırakacağını, âdeta ölüme terk edeceğini ortaya koymaktadır. Bu tutumlarını kendilerinden olmayanlara defalarca pervasızca gösteren Batının, bu olayla kendi vatandaşlarına bile bir meta olarak baktığının görülmesi ve genel anlamda bireyi insani bir değerden ziyade bütçeler ve fayda maksimizasyonu çerçevesinde değerlendirmesi insanlık adına oldukça düşündürücüdür. Türkiye’nin Kovid-19 ile mücadelede diğer devletlere verdiği destek, belki de kendini bir kez daha gösteren Türk Devlet Felsefesinin ne olduğunu, O’nun oturduğu Türk İslam Medeniyetinin nasıl bir anlayışa sahip olduğunu ortaya koyması açısından oldukça önemlidir. Türkiye’nin bu mücadele kapsamında özellikle küresel ölçekte izlediği bu politikanın, binlerce yıllık devlet geleneğinin ne olduğu ve Türk Devleti’nin varlık mücadelesinin temel unsurlarının nelere dayandığı ortaya koyulmaktadır. Yine Kovid-19 kapsamında ülke içinde verilen mücadele ve alınan tedbirlerin doğruluğu gün geçtikçe ortaya çıkmakta, sonuçlar hemen herkesi memnun etmektedir. Elbette “yapılan her şey tamamen doğrudur başka şekilde olamaz” demek bütün süreçlerde olduğu gibi burada da güçtür. Yapılan belki de hatalı tercihler zaman zaman değiştirilmektedir. Diğer yandan, dinamik sürecin doğal bir boyutu olarak görülebilecek hataların eleştirilmesinde de ihtiyatlı olmakta ve devlet kurumlarına güvenmekte fayda olacaktır. Bu noktada, 1999 yılında güya ilik bulma çabasıyla başlayıp kısa zamanda ulusal hayırseverliğe dönüştürülen kampanyaya karşı çıkan dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un bu yaklaşımı hatırlanmalıdır. Kamuoyundan ciddi düzeyde tepki görmüş olsa da süreç içerisinde Durmuş’un öngörü ve teyakkuzu takdir edilmiş, geç de olsa iade-i itibarı verilmiştir. Söz konusu bu mücadelede özellikle takip edilmesi gereken önemli bir konu Sağlık Bakanlığının verdiği mücadeledir. En tepedeki Sayın Bakan, Fahrettin KOCA’dan en alt birimde çalışan sağlık personeline kadar hemen hepsinin takdire şayan bir süreç yönetimi sergilediği söylenilebilir. Diğer yandan, salgın süresince ihtiyaç duyulabilecek teknik ekipmanların temini konusunda geçen bir ay içerisinde yaşanan gelişmeler Türkiye’nin potansiyelini her birimizin bir kez daha düşünmesine bir vesiledir. Yoğun bakım hastalarının tedavisinde kullanılan, büyük oranda ithalatın konusu olan solunum cihazının yerli imkân ve insan gücümüzle üretilmiş olması tıpkı savunma sanayindeki İHA ve SİHA’larla yakaladığımız ivmeyi sivil sanayiye taşıma umudu aşılamıştır. Bu süreçte, Arçelik, ASELSAN, Baykar, Biosis gibi ulusal markalarımızın emeği her türlü takdirin ötesinde olmakla birlikte Baykar Genel Müdürü Selçuk Bayraktar’ın çabası özelikle vurgulanmalıdır. Hezarfen Ahmet Çelebi’den Takiyüddin Efendi’ye, Nuri Demirağ’dan Devrim otomobil projesine kadar köklü, ama bir o kadar da nakıs bırak(tır!)ılmış bir teknolojik ve sanayi kalkınma öykümüz olduğunun farkında, aklın yolunda ve her anlamda gelişmiş bir ülke olmanın Türk kimliğimizden vazgeçmek demek olmadığını da hatırlatan duruşunun değerli olduğu belirtilmelidir. Özel yaşamındaki konforlu koşullara yaslanmayan, Türk milletinin refahını öne çıkaran anlayışı, ilerleyen yıllarda binlerce gencimizin projelerine ve buluşlarına yansıyacaktır. Yine ayrıca bu süreçte Sağlık Bakanlığının en önemli paydaşlarından olan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın başta Sayın Fahrettin ALTUN olmak üzere komple kurumun özellikle sosyal medyada sansasyona son derece açık bu süreçte oldukça dikkatli bir çalışmayla olumsuz algı oluşturabilecek pek çok unsurun önüne geçtiği görülmüştür. Bu açıdan İletişim Başkanlığının verdiği mücadelede göz doldurmaktadır. Ayrıca ilgili bakanlıkların yanında yine süreçte paydaş olan Milli Eğitim Bakanlığının, yani Sayın Bakan Ziya SELÇUK ve ekibinin de oldukça yoğun bir mesaiyle geleceğimizin teminatı çocuklarımızın süreçten asgari ölçüde etkilenmelerini sağlayacak ve teknolojik gelişimle bütünleşik olarak yeni yollarla yürüttükleri çalışmaların toplum nazarında oldukça açık bir takdir topladığı söylenebilir. Yine bunlarla birlikte küresel düzeyde de verilen mücadelenin yanında dönemin hassasiyetinden de faydalanarak sürekli ve aleni bir saldırıya maruz kalan Türk ekonomisi beklenenin aksine bir direnç göstermektedir. Ekonomi pek çok ayrı faktörden etkilenen oldukça karmaşık bir yapıdır. Özellikle ülkelere müdahale edilmek