Edit Template

31 Mart Mahalli İdareler Seçimi Sonuçlarının Değerlendirmesi

31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilen Mahallî İdareler Seçiminin öncesinde yaşanmaya başlayan dış kaynaklı birtakım gerilimlerin seçim gününde de devam ettiği hatta seçim sonrasına da aksettiği görülmektedir. Her ne kadar gerilimlere sahne olsa da Türk seçmeni, seçim günü büyük bir katılım oranıyla sandık başına gitmiş ve iradesinin tecelli etmesi adına demokratik bir tavırda bulunmuştur. Seçmenin bu demokratik tavrının neticelerinin her şeyden önce beka bakımından ülkeye katkı sağlaması en önemli toplumsal beklenti olarak görülmeli ve neticenin ülke için hayırlara yol açması temenni edilmelidir. Bununla birlikte ortaya çıkan neticenin sağlıklı değerlendirmelerinin yapılması da gereklilik olarak görülmelidir. 31 Mart’ta gerçekleştirilen Mahalli İdareler Seçimi hem seçim atmosferi hem de sonuçları bakımından Türk Siyasi Tarihinde önemli bir konuma yerleşmiştir. Türkiye bu seçimlere girerken gerek bölgesel gerekse küresel anlamda siyasi ve ekonomik baskılara maruz kalıyordu. Bununla birlikte adeta belirli aralıklarla gerçekleştiği bilinen bir siyasal/sosyal dizayn çalışması süreci yaşanıyordu.  Burada özellikle belirtilmesi gereken ilk nokta muhalefet partilerinin tutumu olarak düşünülmektedir. Çünkü bu tutum Türk demokrasisine ve seçmenine güveni bir kenara bırakan muhalefetin, Türkiye’de seçimlerin ve demokrasinin tarihini görmezden geldiği ve Türk vatandaşının en önemli kazanımlarından olan seçme hakkını nasıl ve hangi merhalelerden geçerek aldığını dahi bilmediği anlamına gelir ki bu da muhalefetin trajikomik hâlini gözler önüne sermektedir. Çünkü seçim sonuçlarında oluşan tablo seçim boyunca muhalefetin bu tutumunu boşa çıkarmış ve “Acaba ne amaçla bu tutum içinde dışarıya mesaj veriyorlar?” sorusunu akıllara getirmiştir. Bu durum ise oldukça vahim akla zarar bir anlayışla küresel bir satranç tahtasında en basit taş görevi yüklendiği gerçeğiyle bizleri karşı karşıya getirmektedir. Muhalefet, seçimlerde Türkiye’de demokratik kurum ve kuralların tasfiye edildiği, hukuksuzluğun arttığı yönünde eleştirilerini yoğunlaştırmış adeta ülke dışına bir yerlere selam çakar bir hâl ile seçim sürecine başlamıştır. Burada verilen mesajın hedefinin bir tarafı uluslararası kamuoyu iken diğer hedefi ve amacı ise seçim sonucunda oluşabilecek bir mağlubiyete önceden sebep arama ve seçmene yönelik bir algı oluşturma olarak değerlendirilebilir. Muhalefetin bu tezlerinin özellikle Batı Dünyası tarafından ciddi şekilde desteklendiğini de söylemek gerekir. Ancak seçim sonucunda gelinen noktada muhalefet partilerinin Türkiye’de demokrasi kültürü ve seçimler üzerine değerlendirmeleri başka bir boyut kazanmıştır. Muhalefet seçim kazandıkları büyük kentlerde hiçbir problemden bahsetmemesine rağmen hukuki anlamda sürecin devam ettiği ve hemen her seçimde de karşılaşılan seçim bölgelerinde ise yine aynı anti-demokrasi vurgusuyla süreci baltalamaya çalışmak istemesi bu demokrasi söylemlerinin ülke içinde bir seçim kazanma stratejisi, küresel boyutta ise bir yerlere mesaj gönderme gayreti olduğu düşünülmektedir. İktidar olmak gibi muhalefet etmek de siyasi partilerin en temel görevlerindendir. Elbette her parti seçimleri kazanmak, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak ister.  Lakin bir partinin seçim kazanma arzusu onu ülke içindeki rakip olduğu parti üzerinden ülkenin sistemini uluslararası alanda tartışmaya açma ve adeta “şikâyet etme” noktasına gelmemelidir. Rakip olduğu partiyi yermek adına ülkenin sistemini tartışmaya açmak, ülkede seçimlerin sağlıklı yürümediğini ifade etmek, demokrasinin olmadığı mesajını vermek bir ülkenin siyasi partisinin en son dillendireceği konunun bile olmaması gerektiği söylenebilir. Üstelik seçimin kazanıldığı yerlerde bu söylemlerin olmaması ancak kaybedildiği yerlerde bu söyleme başvurmak bahsi geçen durumun kendi içerisinde dahi çeliştiğini gözler önüne sermektedir. Seçmenler, 31 Mart’ta bir tarafta ekonomik göstergelerin bozulduğu diğer yandan ise bölgesel ve küresel açıdan dolaylı ya da doğrudan müdahalelerin etkisiyle önemli şekilde hissedilen beka endişesiyle yerel idarecilerini seçmek için sandık başına gitmiştir. Siyasi partiler ise bu seçimlerde özellikle büyükşehirler başta olmak üzere pek çok yerde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin oylandığı referandum ve 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde olduğu gibi ittifaklar oluşturmuşlardır. Bu ittifaklar Ak Parti ve MHP tarafından kurulan Cumhur İttifakı, karşısında ise CHP, İP, adı konulmamış ortak HDP ve diğer bazı partilerin desteklediği Millet İttifakı olarak görülmektedir. Seçim sonuçları İttifaklar açısından değerlendirildiğinde Cumhur İttifakının % 51,64’lük oy ile sistem referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimlerinin sonuçlarıyla örtüşen, başarılı bir sonuçla seçimi tamamladığı söylenebilir. Ayrıca bu sonuç Türk seçmeninin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini bir kez daha onayladığı, beka meselesinin var olduğunu gördüğü ve ülke yönetimini Cumhur İttifakına emanet ettiği şeklinde de değerlendirilmelidir. Bu sonuçlara bakıldığında “Seçimin tartışmasız galibi Cumhur ittifakıdır.” şekilde söylenebilir. Yine seçim sonuçları değerlendirildiğinde öncelikle muhalefetin iddia ettiğinin aksine demokratik kurum ve kuralların işlediği, Türkiye’nin demokrasi tarihinin birikiminin olumlu şekilde tecelli ettiği açık bir şekilde görülmektedir. Seçimler birçok il ve ilçede beklenmeyen sonuçların da ortaya çıktığı kıyasıya bir yarışa sahne olmuştur. Özellikle büyükşehirlerde ortaya çıkan sonuçlar, hem muhalefetin demokratik işleyişe yönelik eleştirilerini boşa çıkarmış hem de seçmenin oyunu nasıl bilinçli ve stratejik bir şekilde kullandığını göstermiştir. Örneğin, Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı muhalefete geçerken 25 ilçenin 22’sinde ise Cumhur İttifakı kazanmıştır. Dolayısıyla Büyükşehir Belediye Meclisinde de çoğunluk yine Cumhur İttifakındadır. Yine İstanbul’da da Büyükşehir Belediye Başkanlığı muhalefete çok küçük bir farkla geçmiş, ancak 39 ilçenin 26’sında kazanan ve Büyükşehir Belediye Meclisinde de çoğunluğu elinde bulunduran Cumhur İttifakı olmuştur. Bundan başka Adana ve Mersin’de de ilçelerin büyük çoğunluğu Cumhur İttifakındadır. Şehirler açısından bu veriler, Türkiye’de muhalefetin demokratik bir şekilde siyaset yapmasının önünde bir engel bulunmadığını, seçmenin hür iradesiyle tercihini kullanabildiğini ve yönetimin seçimle değişmesinin mümkün olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır. Burada belirtilmesi gereken bir diğer husus da Cumhur İttifakının Türkiye geneli oy oranının 24 Haziran 2018 seçimlerine göre % 2 oranında azalışıdır. Burada özellikle seçim sahası tek tek değerlendirildiğinde sandığa gitmeyen AK Parti seçmenleri ve yine AK Parti teşkilatlarındaki mikro grupların iç siyasi çekişmelerin ve ekonomik problemlerden ötürü tercih değiştiren seçmenlerin varlığından bahsetmek mümkündür. Her şeyden önce yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Cumhur İttifakının önemli bir başarı sağladığı da açıktır. Ancak bu durumu ısrarla bir başarısızlık olarak göstermeye çalışan ve seçim boyunca ortada olmayıp seçim sonucunda adeta bir yerlerden düğmeye basılmış gibi aynı ağızla koro hâlinde tekrar eden bir yapıyı da incelemek gerekliliği düşünülmektedir. Öncelikle bu değerlendirmeye Cumhur İttifakının bir seçim birlikteliği olmadığı ve seçim sürecinde oy oranı üzerinden yapılan pazarlıklarla şekillenmediği gerçeğini ortaya koyarak başlanılmalıdır. Cumhur İttifakı 15 Temmuz hain darbe girişiminin olduğu gece, başta bu ezberi tekrarlayan koro üyeleri ve onların bu ezberleri aldıkları FETÖ uzantılı siyasilerin ortadan kayboldukları, sonuç bekledikleri zaman ileriye atılan, sokaklara çıkıp mücadele eden Türk Milleti tarafından kendiliğinden hesapsız bir şekilde oluşturulmuştur. Seçim sonucunda bir ağızdan adeta ezberlenmiş söylemlerin tekrarı belirli köşelerde görülmektedir. Ana söylemleri ise “AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın başarılı olmadığı, AK Parti’nin MHP ile ittifaktan vazgeçmesi gerektiği, başarısızlığın ana nedeninin ise MHP ile ittifak yapılmış